Doğal afet ve öldüğümüzdeki gerçek afet!..
Doğal afetler müminler için bir ceza değil bir rahmet vesilesi olsa gerek. Afetlerin kâfirler için gazap, müminler için bir rahmet olarak gözükeceğini peygamberimiz bildiriyor. Bunu, deprem bölgesinde dillendiren depremzedelerden bir kısmında gördük. Onlar üzüldü ama isyan etmediler. İlk günden suçlu aramadılar. Depremin Allah’tan geldiğini çeşitli şekilde ifade ettiler, sabrettiler.
Doğal afetleri engellemek elimizde değil ama kendi afetimizi biz belirliyoruz!
Evet, hepimiz öleceğiz. Ne zaman, nasıl ve nerede?
Ölüm her an…
Nasıl ve nerede mi?
İşte onu bilemeyiz.
Nasıl ve nerede öleceğimizi bilseydik yaşayamazdık. Ölüm zamanındaki belirsizlik insana yaşama fırsatı tanıyor. Ancak bu belirsizlik bazılarının ipi elinde tutmasına bazılarının ise ipin ucunu bırakmasına neden olduğu da bir gerçektir. İpin ucunu kaçıranlar ile ipin ucunu sağlam tutanları Allah öbür dünyada ayrı mekânlara yerleştireceğini bildiriyor!
İnsan ne kadar yaşar?
Doğumundan son nefesine kadar? Peki, son nefes ne zaman? Allah’ın takdir ettiği zaman kadar. Bir gün, elli yıl, seksen yıl. Bunun standardı yok. Onun için insanlar deprem olmasaydı ölmeyecek miydi? diye bir soru da insanın aklına gelebilir. Cevabı herkes biliyordur. Elbette ölecekti. Ölüm nedenlerini Allah böyle gösterdi insanlara. Belki de yaşayanlara böyle bir ölümle hem ders vermeyi hem de imtihan etmeyi takdir etti. Bilemeyiz ama bundan bir şeyler çıkarmayı becerebiliriz.
Nasıl ve nerede ölüm? Onu da bilmemiz mümkün değil. Ama kendi yaptıklarımızın enkazı altında ölümü Allah kabul etmiyor. Bu sizin sorununuz diyor. Çünkü tedbiri farz kıldığını beyan ediyor. Ben takdir ederim siz ise tedbir almakla mükellefsiniz ve pek ala da yapabilirsiniz diyor. Çünkü ben size bunun için pek çok nimet verdim diyor. Malzeme tabiattan, kitabı peygamberlerle gönderdim ve bunları kullanmak için de akıl verdim diyor. Yanlış yapmamak, sürekli teyakkuzda olmanız ve günde beş kere uyanmanız için de size görev verdim diyor. Huzuruma gelin ve kendinizi test edin. Ve şunu da söylüyor: Bozgunculuk yapanı da ilahi mahkemeye çıkarıp en ağır cezayı ben vereceğim diyor. O halde tedbiri almak farzdır, çünkü ilim öğrenmenin tüm imkânları bize bahşedildi.
Nerede öleceğimiz konusunda da bir bilgiye sahip değiliz. Son nefesin zamanını bilemeyen insan nerede öleceğini de bilemez. Ama gayrimeşru yerde ve işte olmamak elimizde? Mümin olursak düzgün bir yerde, konumda ve tedbir üzere olacağımız muhakkaktır. Yani sünnetullah üzere olanların ölümleri sıkıntı olmaz.
Ölüm hak, zamanı belli değil ama ölümü anlamak ve anlamlandırmak elimizde; huzurlu yaşamanın ön koşulu tedbirli olmak da elimizde. Dolayısıyla olmuş ve olacak her doğal afette yitirilen canlarda ve zamanında bir sorun yok, canların yitirildiği mekânlarda sorun var. Bu sorun canı alanda değil, canını kaybeden mükelleflerde ve mekânı yapanlardadır. Bu ayrımı yapmakta fayda vardır. Aksi takdirde takıldığımız yerde ömür boyu esaret altında kalırız, dünyamızı harap ederiz.