Türk edebiyatının unutulmaz eseri Hababam Sınıfı, sansür kaygısıyla ve takma adla doğdu. Rıfat Ilgaz, eserin perde arkasını yıllar sonra kendi cümleleriyle anlattı.
“Hababam Sınıfı” Türk mizahının klasiklerinden biri haline gelse de, ortaya çıkışı oldukça mütevazı ve çekingen bir süreçle başladı. Rıfat Ilgaz, eserin doğuşunu şöyle anlatıyor: Yazılarını Dolmuş dergisinde “Stepne” takma adıyla yayımlıyordu. Derginin en hareketli dönemlerinde, öyküler üçle başlayıp ona, yirmiye, hatta otuza kadar ilerlemişti. İlgaz, “Keselim mi artık?” diye sorduğunda İlhan Selçuk’un cevabı netti: “Aman kesme, iyi gidiyor!”
Kabataş'tan Beslenen Mizah
Kabataş Lisesi'nde yatılı okuyan oğlundan duyduğu anılarla öyküleri zenginleşen Ilgaz, aslında bir yandan da ciddi bir şair olarak tanınıyordu. Türkiye’de 142. maddeden ceza alan ilk şairlerden biri olmuş, Markopaşa dönemini adını gizleyerek atlatmıştı. Yıllarca yazılarını imzasız ya da sahte isimle yayımlamış, bunu da bilerek tercih etmişti.
"Adım Kitaba Yazılsın İstemem"
İlhan Selçuk bir gün, “Bu Hababam Sınıfı öykülerini kitap yapalım” dediğinde Rıfat Ilgaz şaşkındı. “Şairliğimi iki paralık edip adımı böyle bir kitabın üstüne koyduramam” diyerek karşı çıktı. Kitap hazırlandı, kapağını Turhan Selçuk çizdi. Hababam Sınıfı öğrencileri çift sıra dizilmiş, başlarında Kel Mahmut… Ancak yazar adı olarak yine “Stepne” yazıldı. Ilgaz, “Ortada kuşkulandıracak bir şey yok, savcı da şüphelenmez” diyerek adını gizli tutmayı başardı.
Kitap basıldı, yazar olarak “Stepne” yazıyordu. Okur ise bunu hiç sorgulamadı. İlk baskı olan 5 bin adet kitap, dergi gibi eriyip gitti. Kitapçı vitrinlerinde bile görülmeden tükendi. Rıfat Ilgaz’ın bu kitaptan aldığı 250 lira, mizah yazarlığına dair kazandığı ilk telif ücreti oldu. Şairlik adını kullanmadan mizah yazarı olmuştu.
İkinci Kitapta Adını Koydu, Eleştiriler Geldi
Dergi kapandıktan sonra yeni Hababam Sınıfı öyküleri bir kez daha kitaplaştırıldı. Bu kez dizgisini, baskısını Ilgaz kendisi üstlendi. Hatta kapağı da Turhan Selçuk’un dergideki çizimlerinden uyarlayarak kendi tasarladı. Ancak bu sefer kitabın kapağına adını yazdırdı. “Hababam Sınıfı’na ileride sahip çıkabilmek için” bu adımı attı.
Ancak beklediği etkiyi göremedi. İlk tepkiler umut kırıcıydı:
“Birincisi daha güzeldi. Ne gerek vardı bu ikincisine?”
Oysa bu öyküler de dergide büyük ilgiyle okunmuştu. Ilgaz, bu eleştirilerin kötü niyetli değil, yanlış anlamalardan kaynaklandığını sonradan fark etti.
Stepne Kimdi? Rıfat Ilgaz mı, Bir Sovyet Yazarı mı?
Kitabı eline alan ünlü dağıtıcı “Faruk” şaşkındı:
“Nerde Stepne, nerde Rıfat Ilgaz? Herif yazmış ama ikinci kitap olmamış. İki hikâye okudum, bıraktım!”
Hatta Ilgaz’ın Rusça bilmediğini bilmeden şöyle dedi:
“İlk kitabı çok güzel çevirmişsin. Stepne Sovyet yazarı değil mi?”
Ilgaz, Stepne’nin uydurma bir isim olduğunu açıklamaya çalışsa da, Faruk ısrarlıydı:
“Rus, Sovyet, fark etmez. Sen çevirip bastın işte!”
“Birinci Kitapta Stepne Yazmalıydı, İkincide Adımı Koymak Hataydı”
Rıfat Ilgaz, bu olayla birlikte fark etti ki; yanlış, Stepne adını kullanmak değil, ikinci kitapta kendi adını yazmak olmuştu. Mizahla edebiyat arasında sıkışan bir şair olarak içsel bir hesaplaşma da yaşıyordu:
“Hey garip kişi! Durup dururken ne diye böyle işlere özenirsin? Baban da mı mizah yazarıydı? Şairlik neyine yetmiyordu senin!”
( Aydın Ilgaz Sayfasından Alıntıdır)