İmâm-ı Âzam’ın (rh.a.) Ticâret Ahlâkı (3)
İmâm-ı Âzam Hazretleri, Hz. Allah nasıl emrediyor, Allah’ın Rasûlünün sünneti nasıl olmasını gerektiriyorsa ticareti öyle yapmaya çalışırdı.
Onunla ticarî münasebetleri olan kimseler O’na itimat eder, O’na güvenir, O’nunla yaptığı alışverişte hiç kimse aldanma endişesi taşımazdı.
O, yalnız bir malı satarken değil, satın alırken de emânete riâyet eder, kesinlikle mal aldığı kimsenin zarar etmesine meydan vermez, satıcının da menfaatini korur, Satıcının malının fiyatını bilmemesinden istifade etmeye çalışmaz, fırsat kollamaz, vurgunculuk yapmaz, kazancını düşünerek bir malı değerinin altında bir fiyata satın almaya kalkışmaz, her zaman alıcıya olduğu gibi satıcıya doğru yolu gösterirdi..
Bir defasında bir kadın kendisine satmak üzere bir ipek elbise getirdi. İmâm-ı Âzam (rh.a.) kadına elbisenin fiatını sordu. Kadın:
“Ben, yüz dirhem istiyorum.” Dedi. İmâm-ı Âzam (rh.a.)
“Bu elbisenin değeri yüz dirhemden çok daha fazla eder, kaça satmak istediğinizi söyleyin!” dedi.
Kadın yüzer yüzer artırarark dört yüz dirheme kadar çıktı. İmâm-ı Âzam:
“Bu elbise dört yüz dirhemden de fazla eder.” Deyince kadın:
“Sen, benimle eğleniyor musun yoksa?” dedi. İmâm-ı Âzam:
“Ben seninle niçin eğleneyim? Böyle bir şeyden Hz. Allah’a sığınırım. Bu bir elbisenin gerçek fiyatını bilen bir kimse getirin de onun takdir ettiği fiata bu elbiseyi ben alayım.” Dedi.
Kadın bir adam çağırdı. Adam elbisenin beş yüz dirhem edebileceğini söyledi. Bunun üzerine kadından elbiseyi beş yüz dirheme satın aldı.
O, dostlarından, arkadaşlarından, ilim erbabından, fakir fukaradan kâr almaz, onlara sattığı bir malı aldığı fiyata, bazen de aldığı fiyattan daha düşüğüne satardı.
Bir defa ticârethânesine yaşlı bir kadın geldi, bir elbise beğendi ve:
“Ben ihtiyar ve yoksul bir kadınım. Bana şu beğendiğim elbiseyi kâr etmeden maliyetine sat!” dedi. İmâm-ı Âzam:
“Dört dirhem ver de beğendiğin o elbiseyi al!” dedi. Kadın:
“Ben yaşlı bir kadıncağızım, benimle bu şekilde alay etmek sana hiç yakışıyor mu?” diye çıkıştı. İmâm-ı Âzam (rh.a.):
“Seninle alay etmeyi aklımın kenarından bile geçirmem. Ben o elbiseden iki tane almıştım. Birini iyi bir kârla sattım. Onu, ikisine verdiğim paradan dört dirhem noksanına verdim. Elinde ki elbise de bana dört dirheme kalmış oldu. Sen dört dirhem verirsen aldığım iki elbiseyi maliyetine vermiş olacağım.” Dedi ve o elbiseyi dediği gibi yalnız dört dirhem bedelle yaşlı kadına verdi.
Bir gün dostlarından birisi gelerek vasfını ve rengini söyleyip bir kumaş istedi. İmâm-ı Âzam (rh.a.):
“Şimdilik elimde istediğin gibi bir kumaş yok, biraz beklersen öyle bir kumaş düşebilir.” Dedi.
Bir hafta geçmeden o kimsenin istediği gibi bir kumaş geldi. Dostu, İmâm-ı Âzam’ın dükkanına uğrayınca:
“Senin işini gördük, istediğin gibi bir kumaş geldi.” Dedi ve kumaşı çıkarıp tezgâhın üzerine koydu. O kimse fiyatını sorunca da:
“Bir dirhem!” dedi. Adam:
“Ya İmâm! Benimle bu şekilde alay edeceğini hiç beklemezdim!” dedi. İmâm-ı Âzam:
“Ortada alay edecek bir şey yok. Ben, 20 dinar ve bir dirheme iki kumaş aldım. Kumaşlardan birisini yirmi dinara sattım. Bu kumaş bana bir dirheme kaldı.” Diye karşılık verdi.
Dünya üzerinde yaşayan Müslümanların büyük bir çoğunluğunun mezheb imâmı olan İmâm-ı Âzam Hazretleri bütün işlerinde olduğu gibi ticârî faaliyetlerinde de nümûne-i imtisâl idi. Ticaretine haram karışma ihtimaline karşı dikkatli olur, malında herhangi bir haram şüphesi meydana gelirse hiç zaman geçirmeden o malı fakirlere, muhtaçlara sadaka olarak dağıtırdı.
Rivayet edildiğine göre bir gün ortağı Hafs b. Abdurrahman’ı mal satmak üzere bir yere gönderdi. Gönderirken malın içinde kusurlu bir elbise olduğunu söyledi ve bu elbiseyi satarken kusurlu olduğunu söylemesini tembih etti.
Hafs malı sattı, kusurlu elbiseyi satarken onun kusurlu olduğunu söylemeyi unuttu. O elbiseyi kime sattığını da hatırlayamadı.
İmâm-ı Âzam (rh.a.) bunu öğrenince o ticaretten elde edilen paranın tamamını sadaka olarak dağıttı.