Türkiye ekonomisinde hayvancılık, milli güvenliğimiz ve sosyal yapımızın temel taşıdır. Hayvancılık sektörü, sağlıklı beslenme yanında ulusal kalkınma açısından da önemli ekonomik fonksiyonlar yüklenmiştir. Bu fonksiyonlar; sanayiye ham madde temin etme, milli geliri artırma ve ihracatı geliştirme, kırsal alanda ve hayvancılığa dayalı sektörde istihdam yaratma, göçü önleme, bölgelerarası sosyal ve ekonomik yönden dengeli kalkınmayı sağlama şeklinde özetlenebilir.
Bu açıdan hayvancılık, kırsal kalkınmanın lokomotif sektörü olarak düşünülmelidir.
Ülkemiz, binlerce yıllık tarım kültürüyle kadim medeniyetlerin yeşerdiği bereketli toprakların mirasçısıdır. Bu coğrafyanın tarıma dayalı geçmişi, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda kültürel bir kimlik meselesidir. Bu bağlamda halk arasında sıkça kullanılan “Buğday ile koyun, gerisi oyun” sözü; üretimin, özellikle de tarım ve hayvancılığın vazgeçilmezliğine dikkat çeker. Bu bizim coğrafyamızın ve kültürümüzün en iyi ifade edildiği bir sözdür. İnsanlar hangi coğrafyada yaşıyorsa o coğrafyanın ürünleri ile beslenir. Anadolu coğrafyası, Orta Anadolu, İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi yılda 300-400 milimetre yağış almaktadır. 400 milimetre yağış olduğu zaman orada sadece koyunların ağız yapısına uygun ot yetiştiği görülmektedir.
Küçükbaş hayvan yetiştiriciliği, et, süt, yün, kıl ve deri gibi ürünlerle dondurmadan tekstil sektörü ürünlerine kadar geniş bir çerçevede önem taşımaktadır. Koyun ve keçilerden elde edilen besinler insan beslenmesinde hayati bir öneme sahiptir. Hayvansal proteinin ucuz ve erişilebilir bir şekilde tedarik edilmesi ve toplumların dengeli ve yeterli beslenmeleri açısından bu sektör son derece önemlidir.
Yeryüzünde insanoğlunun ilk geçim kaynaklarından biri olarak bilinen küçükbaş hayvancılık, tarih boyunca tarımsal ekonomideki yerini büyük bir ölçüde korumuş ve günümüzde de dünya çapında milyonlarca kişiye iş imkânı sağlamaktadır. Koyun ve keçiler yetersiz mera ve elverişsiz iklim koşullarına uyum sağlama yetenekleriyle ön plana çıkmaktadır.
Bu durum özellikle gelişmekte olan ülkeler için önemlidir. Meradan en iyi şekilde yararlanabilen, merayı en iyi şekilde değerlendiren, yılın her döneminde merayı kullanabilen küçükbaş hayvanlar Türkiye’nin coğrafi yapısına son derece uygundur. Koyun ve keçinin tarımsal üretimin verimsiz olduğu alanlara kısa sürede uyum göstermesi, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler de bu dezavantajı büyük bir fırsata dönüştürebilir.
Buğday Üretim Durumu;
Türkiye’de son üç yıllık buğday üretimimizin ortalaması 20 milyon tondur.
Tarımın sürdürülebilirliği sadece üretmekle değil, verimlilikle mümkündür. Türkiye’de ortalama buğday verimi 2023 yılında dekara 280–300 kg civarındayken, gelişmiş ülkelerde bu oran 600 kg’ın üzerindedir. TÜİK verilerine yaklaşık 10 milyon ton civarında da buğday ithal edilmiştir. Zaman zaman Ulusal basında neden buğday ithal ediyoruz diyenlere aşağıdaki sıraladığımız nedenle ithalat yaptığımızı belirtmek isterim.
Türkiye’de buğday üretimi büyük ölçüde yeterli olmasına rağmen dışarıdan buğday ithalatı yapılmasının birkaç temel nedeni vardır. Bu nedenleri ekonomik, tarımsal, ticari ve stratejik açılardan açıklayabiliriz:
1. Sanayi Tipi Buğday Talebi (Kalite Farkı)
Türkiye’de üretilen buğday genellikle ekmeklik buğday olup, makarnalık ya da bisküvilik gibi özel amaçlı kaliteli buğday ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalabiliyor. Sanayi için gerekli olan:
Yüksek proteinli,
Sert yapılı,
Düşük rutubetli buğdaylar bazı ülkelerden (örneğin Kanada, Rusya, Ukrayna) ithal ediliyor.
2. Dahilde İşleme Rejimi (DİR)
Bu sistem, Türkiye'nin dışardan buğday ithal edip iç piyasaya sunmadan işleyip yeniden ihraç etmesine imkân tanır.
Türkiye, ithal ettiği buğdaydan un, makarna, irmik gibi ürünler üretip dış pazarlara satar.
Bu sistem, ihracatçı sanayiciyi destekler ama ithalat rakamlarını da yüksek gösterir.
Yani buğday ithalatı görünse de aslında çoğu tekrar işlenip ihraç edilmektedir.
Yıllara Göre Üretim Dalgalanmaları
Kuraklık, don, dolu gibi iklimsel olaylar nedeniyle bazı yıllarda üretim düşebilir. Bu gibi dönemlerde iç talebi karşılamak için ithalat yapılır.
4. Hayvancılıkta Kullanım ve Yem Amaçlı Buğday
Yem sektöründe kullanılan düşük kaliteli buğdaylar da zaman zaman ithal ediliyor. Türkiye’de yem ihtiyacı artarken, iç üretim her zaman buna yetişemeyebilir.
5. Ticari ve Stratejik Stok Yönetimi
Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) gibi kurumlar, fiyat istikrarını sağlamak için ithalat yaparak piyasaya müdahale edebilir. Bu şekilde:
Spekülatif fiyat artışları önlenir,
Stokları güçlendirilir.
6. Fiyat Avantajı ve Düşük Gümrük Vergili İthalat
Dünya piyasasında bazı dönemlerde buğday fiyatları Türkiye'deki üretim maliyetinin altına düşebilir. Bu durumda sanayici ithal buğdayı tercih edebilir.
Tüm bunlara rağmen buğday üretiminde, kendi kendine yeterlilik oranımızın %95,9’ olduğunu görmekteyiz.
Küçükbaş hayvancılık da Durum;
Türkiye’de 2002 yılı itibarıyla 32.milyon olan küçükbaş hayvan (koyun ve keçi) varlığı, 2024 yılında 54 milyona ulaşmıştır. Türkiye’de kişi başı et tüketimi 51 kg’civarındadır
. Bu rakamın 22 kg’ı tavuk eti, 20 kg’ı sığır eti, 7 kg’ı koyun eti, 2 kg’ı keçi etinden oluşmaktadır. Türkiye’de göçmen statüsünde olanların ve turistlerin tüketimi düşüldüğünde bu rakam 46-47 kg arasına gerilemektedir. Dünya ortalaması 43kg’dır.
Aynı şekilde, küçükbaş hayvan başına süt verimi ve karkas et ağırlığı da Avrupa ortalamasının oldukça altındadır.
Ayrıca,
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) verilerine göre, 2024 yılı itibarıyla çiftçilerin yaş ortalaması 59’a yükselmiştir. Erkek çiftçilerin yaş ortalaması 58, kadın çiftçilerin ise 61’dir. Çiftçilerin %35’i 65 yaş ve üzerindeyken, yalnızca %5’i 18-32 yaş aralığındadır.
Gençlerin tarıma ilgisizliği, kırsal nüfusun azalması ve bilgi-iletişim teknolojilerinin yeterince kullanılmaması, bu alanın geleceğini tehdit etmektedir.
"Buğday ile koyun, gerisi oyun" sözü, aslında bir uyarıdır. Tarım ve hayvancılık yoksa ne sanayi vardır ne şehir. Ne sağlıklı birey yetişir, ne sürdürülebilir bir ekonomi oluşur. Toplumun her kesimi, özellikle de karar vericiler bu uyarıyı ciddiye almalı, tarımı bir beka meselesi olarak görmelidir.
Unutulmamalıdır ki, kendi buğdayını üretemeyen, kendi koyununu besleyemeyen bir milletin oyun dışı kalması an meselesidir.
Tarım politikalarımızda daha rasyonel, daha çevreci ve daha sürdürülebilir bir yapıya geçmemiz yalnızca ekonomik bir zorunluluk değil, aynı zamanda gelecek nesiller için gıda güvenliğini teminat altına almanın da en güçlü yoludur.
Hayvancılığın geleceği:
* Küçük ama ölçekli
* Yerel ama verimli
* Geleneksel ama teknolojik altyapıya entegre bir modelle mümkündür.
Türkiye’nin artık tarımla ilgili çok daha güvenilir ve şeffaf bir veri setine ihtiyacı vardır.
Son 13 yılda canlı hayvan ve et ithalatına 10.6 milyar dolar döviz harcayan Türkiye, aynı dönemde hayvancılık sektörüne yalnızca 8.9 milyar dolar destek sağlamıştır.
Üretim yerine ithalata dayalı bir modelin sürdürülebilir olması mümkün değil.
Kabayem açığımız %25. Meralarımızı mülkiyet sorunları ve düşük verimlilik nedeniyle etkin şekilde kullanamıyoruz.
Doğu Anadolu gibi yüksek çayır ve mera potansiyeline sahip bölgelerde hayvan varlığı azalıyor, aile işletmeleri kapanıyor.
Kaynaklarını koruyamayan, dışa bağımlılıktan çıkamayan ülkelerin geleceği tehdit altındadır.
Bugün Türkiye’de kırmızı et tüketimi içerisinde büyükbaş hayvan etinin payı %39 iken, gelişmiş ülkelerde bu oran %25.
Bu nedenle küçükbaş et tüketimini artırmak bir zorunluluktur.
İstanbul Sanayi Odası’nın hazırladığı Hayvancılık Sektörüne Bakış raporunun lansman toplantısında, İSO Başkanı Erdal Bahçıvan’ın bu sözleri dikkate değerdir
Türkiye; üretebilen, üretemediğini ithal ederek işleyip ihraç edebilen ve transit ticaretten pay alabilen dünyanın sayılı tarım ülkeleri arasındadır. Bulunduğu coğrafya olarak tarım-gıda üssü, köprü konumundadır. Yurtiçi üretim potansiyelini daha verimli kullanarak uluslararası üstünlüğünü pekiştirmelidir. Hayvancılık bu açıdan son derece kritik bir sektördür. İthalat bağımlılığından kurtulabilen bir Türkiye, bölgesinde ihracat üssü olmaya da adaydır.
Son söz İki cihan güneşi Efendimizin (A.S.V)...... Olsun
Enes b. Malik'ten (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasulüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Bir Müslüman ağaç diker veya ziraat yapar da ondan bir kuş, insan veya hayvan yerse, bu yediği kendisi için bir sadaka olur."