Doğal denge, tarih boyunca farklı disiplinlerde olduğu gibi kutsal metinlerde de insanlara bir sorumluluk olarak hatırlatılmıştır. Özellikle çevre, doğa ve ekosistemin korunmasına yönelik ilahi uyarılar, insanlığın ortak yaşam alanına özen göstermesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu çerçevede, Yüce kitabımız Kuran-ı Kerim’in Rahman Suresi 7. ve 8. Ayette “O (Allah, dünya) göğünü yükseltti ve (aralarına) sınırını asla aşamayacağınız, bir genel denge kanunu koydu.” İlahi emirleri yer almaktadır.

Rum Suresi Ayet 41 “ İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (Dünyada) onlara tattıracaktır” buyrulmaktadır. Bu ifadeler, çevresel bozulmanın sadece fiziksel değil aynı zamanda ahlaki ve toplumsal bir sorumluluk olduğunu göstermektedir.

Yeryüzü, barındırdığı doğal kaynaklar, zengin ekosistemi ve yaşam olanaklarıyla insanlığa bir emanet olarak bırakılmıştır. Bu emanete sahip çıkmak ise onun doğal dengesini koruyarak mümkündür. Sanayi devrimiyle birlikte hız kazanan teknolojik gelişmeler, ne yazık ki doğaya ciddi zararlar vermeye başlamış; özellikle sanayi atıkları ve kontrolsüz üretim süreçleri, ekolojik dengeyi bozan en temel unsurlar haline gelmiştir. Bu bozulmanın sonuçlarını hem bugün çevresel krizler şeklinde yaşamaktayız hem de gelecekte daha büyük risklerle karşı karşıya kalacağımız öngörülmektedir. Ayette, yeryüzünün bu şekilde bozulmasına sebep olan insanın acı sonuçlarının bir kısmını dünyada tadacağına, asıl cezasını ise ahirette olacağına işaret edilmektedir. İnsanın yapıp ettikleri sonucu karada ve denizlerde ortaya çıkan bu bozulmaya asırlarca önce işaret edilmiş olması dikkat çekici değil midir?

İklim değişikliği, küresel bir tehdit olarak, tüm dünyada ve ülkemizde artarak etkisini göstermektedir. 19. yüzyıldan itibaren başlayan “Sanayi Devrimi” ve sonrasında sera gazı (Sera gazı etkisi, atmosferdeki gazların güneşten gelen ısıyı tutmasıyla sonuçlanan dünyanın doğal ısınmasıdır) emisyonlarında hızlı ve tehlikeli bir artış yaşanmış, küresel ısınma da iklim değişikliğine sebep olmaya başlamıştır.

Paris İklim Anlaşması 2015 yılında gündeme gelmiş iklim değişikliği ve olumsuz etkileriyle başa çıkmak için 2016 yılında da 197 ülke tarafından kabul edilen uluslararası bir anlaşmadır. Anlaşma, küresel sıcaklık artışını bu yüzyılda sanayi öncesi dönemle karşılaştırıldığında küresel sıcaklık artışını 2°C ile sınırlandırmayı, mümkünse 1,5°C ile sınırlama yollarını aramayı hedeflemektedir. Anlaşma, tüm büyük emisyon yapan ülkelerin iklim kirliliğini azaltma ve bu taahhütleri zaman içinde güçlendirme taahhütlerini içeriyor. Türkiye 6 Ekim 2021’de Türkiye Büyük Millet Meclisi, partilerin ortak tavrıyla Paris İklim Anlaşmasının onaylanmasını uygun bulmuş. Anlaşma 7 Ekim 2021’de Cumhurbaşkanlığı tarafından onaylanmıştır.

Anlaşma, gelişmiş ülkelere gelişmekte olan ülkelere iklim değişikliğini azaltma ve uyum çabalarında yardımcı olmaları için bir yol sağlıyor ve ülkelerin bireysel ve kolektif iklim hedeflerinin şeffaf bir şekilde izlenmesi, raporlanması ve artırılması için bir çerçeve oluşturuyor. Paris Anlaşması’nın uygulanması ekonomik ve sosyal dönüşüm gerektiriyor. İhtiyacı olan ülkelere mali, teknik ve kapasite geliştirme desteği sunuyor. “Gelişmiş ülke statüsünde yer alan” ülkelere de, daha az donanıma sahip ve daha savunmasız ülkelere finansal yardım sağlama sorumluluğu yüklemektedir.

İklim Kanunu’nun temel amacı, 2053 Net Sıfır Emisyon Hedefi ve Yeşil Büyüme!

Kanun, iklime dirençli şehirlerin oluşturulması ve afet risklerinin azaltılmasında kritik bir öneme sahip. Kanun, biyoçeşitlilik ve doğal kaynakların korunmasında, su ve gıda güvenliğinin sağlanmasında, ormanların ve yeşil alanların artırılmasında, yenilenebilir enerji kapasiteleri artırılarak enerjide dışa bağımlılığın azaltılmasında yol haritası oluşturacak.

Birleşmiş Milletler Hükümetler arası İklim Değişikliği Panelinin (IPCC) raporlarına göre, iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgelerden biri Türkiye’nin de içinde bulunduğu bulunduğu Akdeniz Havzasıdır. Türkiye, bulunduğu konum itibari ile iklim değişikliği kaynaklı kuraklık, sel, aşırı hava olayları gibi afetlerden hali hazırda etkilenmekte olup, gelecekte de bu afetlere karşı Türkiye’nin kırılganlığının artacağı öngörülmektedir.

Tüm bu faaliyetlerin ortak noktası ise hepsinin sera gazı salınımını yoğunlaştırıyor olması.

Sanayi Devrimi'nden bu yana, insan faaliyetleri sonucu atmosfere başlıca beş sera gazı salınmaktadır:

1.Su buharı (H₂O)

2.Karbondioksit (CO₂)

3.Metan (CH₄)

4.Nitroz Oksit (N₂O)

5.Ozon (O₃)

Bu gazların salımına neden olan başlıca etkenler şunlardır:
● Toprağın endüstriyel araçlarla sürülmesi ile atmosfere karbondioksit salınımı.

● Kimyasal gübre azot oksit emisyonuna sebep olması.

● Öte yandan hayvanların dışkısı doğal olarak gübre işlevi görebilecekken, endüstriyel çiftliklerde sadece metan gazının atmosferde yoğunlaşmasına katkı sağlaması.

Emisyon Oranlarının Azaltılması İçin Gereken Başlıca Önlemler Nelerdir?

1. Enerji tüketiminin azaltılması ve enerji verimliliğinin sağlanması,
2. Karbon kaynaklı enerji sistemleri ve teknolojileri yerine yenilenebilir enerji kullanımının artırılması,
3. İhtiyaca yönelik tüketim yapılması,
4. Toprağın düzenli bir şekilde kullanımı,
5. Atık azaltımı,
6. Geri dönüşümün yaygınlaştırılması,
7. Çevre dostu tarım ve hayvancılık faaliyetlerine geçiş,
8. Küresel boyutta tüm emisyonların azaltılması.

Dünyayı en çok kirleten ülkeleri hangileridir?

En yüksek karbondioksit (CO₂) emisyonuna sahip üç ülke, şaşırtıcı olmayan bir şekilde, dünyanın en sanayileşmiş üç ülkesidir: Çin, Amerika Birleşik Devletleri ve Hindistan.

Karbondioksidin (CO₂) çoğu, Çin, ABD, Hindistan, Rusya ve Avrupa Birliği tarafından üretilmektedir.

Paris Anlaşması ile 2015'te tüm bu ülkeler küresel sıcaklıklardaki tehlikeli artışı frenlemek için emisyonlarını azaltma konusunda uzlaştı.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ nün (OECD) yayınlamış olduğu verilere göre Türkiye, kişi başına düşen sera gazı emisyonu en düşük ülkelerden biri. 36 farklı OECD ülkesinin incelendiği istatistiklerde Türkiye’nin bu kategoride 32. (%1) sırada yer aldığı görülüyor. Türkiye 2053 yılına kadar tüm şirketleri dönüşümünü sağlayarak net sıfır emisyon hedefine ulaşacağını taahhüt etmiştir.

TBMM Genel Kurulunda görüşülmekte olan İklim Kanunu teklifi tekrar görüşülmek üzere komisyona çekildi

Çıkacak olan İklim Kanunu ile Karbon emisyonlarını azaltma adı altında insan yaşamına müdahale ve yaptırımlar getirileceği konusunda Sivil toplum örgütleri ve kamuoyunda ciddi kaygılar uyanmaya başlamıştır. Ulusal basında bu amaçla TBMM Genel Kurulunda görüşülmekte olan İklim Kanunu teklifi revize edilerek tekrar görüşülmek üzere komisyona çekildiği bilgisi yer almıştır.

Bu kaygılar şu şekilde sıralanmaktadır.

-- Kısa vadede sanayi, enerji ve ulaştırma gibi sektörlerde yüksek maliyetlerin ortaya çıkabileceği,

--Fosil yakıt ile çalışan büyük şirketler yatırımını başka ülkelere kaydırabileceği,

--Geleneksel sektörlerde(Kömür madenciliği. Bazı sanayi kolları) iş kaybına yol açacağı,

--Altyapı değişiklikleri, mevzuat uyumları ve toplum alışkanlıklarının dönüşmesi zaman alabileceği,

--Su ve enerji kullanımı sınırlandığı için bazı üretim kolları olumsuz etkilenebileceği gibi kaygılara ek olarak

Küresel güçler tarafından;

Hindistan’da yapılan G20 Zirvesinde Tek Dünya, Tek Aile, Tek Sağlık, Tek Gelecek sloganıyla bir bildiri yayınlanmıştır. Buradan hareketle Ulus Devletlerin büyük bir tuzağa çekileceği endişesi yer almaktadır.

Yine; Hayvancılık daraltılacak, kontrol altına alınacak yapay gıda ve etler için yasal zemin oluşturulacak kendi bahçene izinsiz meyve sebze ekmen suç sayılacak, benzinli araçlar yasaklanacak, elektrikli araç kullanmak mecburi olacak, vatandaşlar puanlanacak puana göre ödül veya ceza alacak daha birçok kaygılar ifade ediliyor.

Suyun tasarruflu kullanılması, basınçlı sulamaya geçilmesi ve hem toprağın yapısını bozarak erozyona ve çoraklaşmaya sebep olan, hem de su israfına neden olan salma (vahşi) sulamanın yasaklanması,

Ayrıca orman ve yeşil alanlarımızın artırılması,

Orman yangınlarının en aza indirilmesi,

Sanayide ve konutlardaki su kullanımında azami tasarruf sağlayacak tedbirlerin alınması,

Yukarıda sıralanan Çevreyi özellikle havayı kirletecek uygulamaların önlenmesi, konuları elbette bizim önceliğimiz olmalıdır.

Ancak yukarıdaki kaygıların yanı sıra, bu kaygıları gidermeye yönelik düzenlemeleri de göz ardı etmemeliyiz. Dünyayı en çok kirleten ülkelerde hiçbir somut çabanın gösterilmemesi ise içimizi acıtan bir durumdur. Yukarıda mealleri verilen ayetlerde, Yüce Kitabımız bizlere yaşadığımız dünyayı temiz tutmamız gerektiğini açıkça bildirmektedir.

Özellikle Avrupa Birliği, kurduğu yeni ekonomik düzenle hem ülkemize hem de dünyaya bu düzene uyum sağlamayı adeta zorunlu kılmaktadır. Yeşil Mutabakat çerçevesinde, “eski teknolojileri ve fosil yakıtları kullanarak sera gazı salınımını artırıyorlar” gerekçesiyle kendi sınırlarında karbon vergisi uygulamasını hedeflemektedir. Böylece, yeni bir ekonomik oyunu bize dayattığı izlenimini vermektedir.

Eski DPT uzmanı kimya Yüksek mühendisi Haluk Dural’ın "Küresel Isınma Yalanları" başlıklı artırmasındaki şu bölümü paylaşmanın çok önemli olduğuna inanıyorum.

“İklim Çevrecilerinin yalanlarına karşı bilimsel doğrular:

-Atmosferi ısıtan tek kaynak güneştir.

-Dünya atmosferi milyonlarca yıldır devresel olarak ısınır ve soğur.

-Atmosferde ısıyı tutan en büyük sera gazı, bulutlardır. Bulutlar sera gazlarının yüzde 95’idir.

-Karbondioksitin doğal seviyesi bütün atmosferin yaklaşık yüzde 0,04'üdür.

-Yüzde 0,04'lük karbondioksitin yüzde 95'i volkanik aktivite, çürüyen bitki örtüsü, bakteriler ve dünyadaki okyanusların birleşiminden gelir.

- Atmosferdeki toplam karbondioksite insanın katkısı yalnızca yüzde 0,0016'dır.

-Karbondioksit dünyadaki tüm yaşamı oluşturan temel besindir ve yalnızca faydalı etkileri vardır.

“İklim yalanlarının arkasındaki vahşi planlar:

-Batı emperyalizminin itici gücünü oluşturan, kendilerini uluslarüstü sanan özel banka ve finans kurumları, silah, ilaç, enerji şirketlerinin sahipleri yağmacı oligarkların kurdukları ‘müesses nizam’, siyaseten ve ekonomik etki altına aldıkları ülkelerde kendi çıkarlarına zarar verecek toplumsal uyanışları durdurmak için egemen ulus devlerinde yıllardır; iç karışıklıklar çıkartır, askeri müdahalelerde bulunur, milyonlarca insanı öldürüp, ülkeleri sömürmeye devam eder.

-Sıfır Karbon’ söylemi tam anlamıyla bir sahtekârlıktır.

-Yeşil enerjiye dönüşüm, gelişmekte olan ülkelere kurulmuş bir büyük tuzaktır.

-Batı ülkelerinin uygulamaya koyduğu Sınırda Karbon Vergisi, gelişmekte olan ülkeleri sanayisiz leştirmeyi hedeflemektedir.

-Elektrikli araçların çevre dostu olduğu söylemi de tümüyle yalandır.”

2024 yılı verilerine göre Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) Ülkelerine yaptığı ihracat,109 milyar dolar seviyesindedir. Bu rakam Türkiye’nin toplam ihracatının yaklaşık %41’ine karşılık gelmektedir.

AB, şirketlerin Çevre, Sosyal ve Yönetişim (ESG) kriterlerine ne derece uyum sağladığını dikkate alarak finansal destek sunmayı planlamaktadır. Yeni kredi imkânları, Yeşil Mutabakat çerçevesine uyum derecesine göre değerlendirilecektir. Ayrıca, sera gazı etkisinin azaltılmasına yönelik sivil toplum kuruluşlarına destek verilip verilmediği de önemli bir ölçüt olarak izlenecektir. Bu kapsamda AB, iklim yasasının uygulanmasını çeşitli enstrümanlarla takip etmektedir.

Son söz, Çıkması muhtemel Kanunun yukardaki kaygıları gidererek yasalaşması en büyük temennimizdir.

Önce Taşı altına ellerini Dünyamızı en çok kirletenler koysunlar. Ayrıca ileride getirecekleri muhtemel yasak ve müeyyideler konusunda Ülkemiz kamuoyunda oluşan kaygılar giderilsin. Yaşam hakkı her canlı için kutsaldır, dünyada hepimize yer var. Tam da bu duruma uygun düşecek bir atasözümüzü burada hatırlatmakta gerekli görmekteyim:

“İti Öldürene Sürütürler” (TDK anlamı: Eğer bir kişinin ele aldığı iş kötü bir şekilde tamamlanırsa, bu sorumluluk yine o kişiye kalır. Bu durumu düzeltebilmek için sorumluluğu ele alarak düzeltmesi gerekir. Eğer düzeltemezse suç tamamen o kişinindir.)